Onlarca felsefi cümleyle başlamayı düşündüğüm fakat hiçbirini uygun görmediğimden böyle boktan bir girişle daldığım bu inceleme, (büyük bir yanılgı içine düşmüyorsam)sitedeki ilk (grup ayrımı olmadan yapılan) heavy metal belgeseli incelemesi. Yani belgesel herhangi bir şekilde heavy metalin bir alt dalına veya öne çıkan bir grubuna yönelik değil. “Heavy Metal” tanıtılmış belgeselde. “Mötley Crue”sundan “Cannibal Corpse”una, “Girlschool”undan “Burzum”una kadar; önyargılarından arınıp içine dalabilen herkesin mutlaka bir şeyler bulabileceği o geniş ama dış dünyadan izole olmuş “Heavy Metal”…

Belgeselin başrolünde olan güzel insan, metalhead, antropolojist Samuel Dunn’ı tanıtarak başlamak isterim incelemeye.

Dunn, 1974’te Kanada’da dünyaya gelmiş bir yönetmen, oyuncu, müzisyen ve antropolojist. Hepsinden ötesi bir heavy metal tutkunu. 12 yaşında başlayan metal aşkı giderek artan Sam Dunn’ın ilk filmi olan “Metal – A Headbanger’s Journey” 2005’te yayınlanmış. Peki neden çekilmiş bu film? Dunn bu yolculuğa çıkma sebebinin “Heavy Metal’in neden sürekli dışlandığını öğrenme isteği”olduğunu belirtiyor filmin ilk dakikalarında. Ve her hayranın yapmak için can attığı şeyi yapmaya başlıyor: “Heavy metal dünyasına yolculuk ediyor.”

En genel tabirle söyleyecek olursak filmde metalin kültürel açıdan araştırması yapılıyor. Dunn, yeri geliyor Bruce Dickinson’la sohbet ediyor; yeri geliyor 13 yaşındaki yeni yeni metalle tanışan bir hayranla konuşuyor, Norveç’e gidip “Black Metal”in en meşhur olayını aydınlatmak için yerinde inceleme yapıyor, Wacken’a gidiyor, Dio’ya gidiyor, Iomi’ye gidiyor… Hemen hemen işin içindeki herkesle(yapımcı, hayran, müzisyen, araştırmacı, yazar, papaz vs.) röportaj yapıyor seyahati boyunca. Bu sayede metal dünyasına her türlü bakışı ve metalle içli dışlı olan önemli insanların bu dünyayla ilgili görüşlerini görebiliyoruz film süresince. Tabii biz izleyenler olarak (metal belgesellerinin kısıtlı imkanlarla ve oldukça seyrek çekildiğini de düşünürsek) bu filmi ayakta alkışlarken buluyoruz kendimizi. Yani Dunn, tam anlamıyla “Her metalcinin izlemesi gereken bir yapıt” ortaya çıkarmış oluyor seyahatiyle.

Peki içinde neler var? Şöyle basitçe sınıflandıracak olursak, metalin;

-Tarihi, -Kökenleri, -Müzikal etkilenimleri, -Kültürü, -Sansürlenmesi, -Cinsiyet ve cinsellikle ilişkisi, -Din ve şeytanla ilişkisi, -Ölüm ve şiddetle ilişkisi

anlatılıyor.

Ama nasıl anlatılıyor? Dedim ya herkesle röportaj yapıp tüm kesimlerin fikirlerine yer vermeye özen göstermiş Dunn. Filmin başında kameramanını da yanına alıp önce metalin köklerini araştırmaya başlayarak işe girişiyor, araştırmacılara gidiyor, prodüktörlere gidiyor; kısacası sorduğu soruları cevapsız bırakmamak adına sınır tanımıyor.

Belgeseli çekici yapan bir diğer etmen ise anlatımın “soğuk” olmaması. Yani bir “Some Kind of Monster” resmiliği ve ciddiyeti yok filmde. Yapıtın sıcaklığının bir numaralı sebebi şüphesiz Sam Dunn. Tam anlamıyla bir metalhead olan Dunn’da adeta kendimizi buluyoruz. Bruce Dickinson’la röportajında heyecanını hissedip, Wacken’daki coşma sahnelerinde kendimizi kaybedebiliyoruz. İşte böylesine içten, böylesine bizden bir film “Metal – A Headbanger’s Journey”. Zaten Sam Dunn’ın başarısı da bu filmden sonra artmış olup kendisi “Iron Maiden” ve “Rush”a birer belgesel birer de canlı dvd çekerek adını duyuruyor.

Yakınlarda da “Satan” adlı bir projesi varmış ki onu da dört gözle bekliyoruz efenim.

Peki filmin amacı ne? Dunn tıpkı bizler gibi bir “dieheart metal fan” ve yıllardır metale yapılan haksız ve asılsız suçlamalara karşı müziğini savunmuş. Ve dışarıdakilere göstermek istediği şeyler var. Bunların en önemlisi metalin neden sürekli dışlanan bir tür olduğu. Bir diğeriyse sürekli olarak gerek metalciler, gerekse metalle dış dünya arasındaki anlaşmazlıkları yaratan sorunların üstüne gidip kendince yargılara varmak. Yani Dunn, bir metal savaşçısı ve dünyaya metalin ne kadar harika ötesi bir şey olduğunu anlatmaya; metalden kaçmanın veya ondan nefret etmenin tek sebebinin önyargılar olduğunu tekrar göstermeye çalışmış yolculuğu boyunca. Türkiye’de ikamet eden bizlerse metalin sansürlenmesi, hor görülmesi, dışlanması konusunda örnek teşkil edebilecek kobay fareleri durumunda olduğumuzdan film daha da ilgi çekici hâle gelebiliyor bizim için. (“Global Metal”da daha detaylı bir şekilde üstüne gidilmiş aslında bu olayın.)

Son olarak filmi izledikten sonra bakmanızı önerdiğim birkaç ufak(ve gereksiz) detayı da yazıp son kelamlarıma geçmeyi planlıyorum.

-Filmdeki “Heavy Metal Soyacağı” tarzı tablo herhalde şu ana kadar gördüğüm en düzgün metal sınıflandırmalardan biridir. -Sam Dunn’ın ilk başlarda giydiği At The Gates tişörtünün hastasıyım. -Gaahl’ın “Satan” diyip şarabını yudumlamasından sonra Dunn’ın yaklaşık 10 saniyelik donması müthiş. -Mayhem’la röportaj yapılmaz aga. -Hz. Dio’nun ne hoş sohbeti varmış beya. -Slipknot konserinde en öndeki kız daha önce çıkan 13 yaşındaki (Cadılar Bayramı’nda doğan) kız. -Anthrax hayranı çocuğun 2. solosu pek hoştu. -Arka fondaki müziklere dikkat. Özellikle Enslaved’in şarkısı çok güzel uymuş konsepte. -Dee Snider ile yapılan bir röportajda altyazımın gazabına uğrayıp aşağıda “am üstünde göt sikiyordur” yazdığını görünce altyazımı değiştirdim. -Blue Cheer’la film sayesinde tanışmıştım. -Eşcinsellik kısmı baya bir garipti. Cinselliği düşünmeden cinselliği düşünmek falan… -Lan bi de Wacken nası güzel nası sıcak. Kesin gitmek lazım.

Bitirecek olursak, “Metal – A Headbanger’s Journey” güzel bir film. Heavy metal dünyası içinde yapılmış en iyi belgesel mi bilemem ama en içten ve en sıcak belgesel olduğu kanaatindeyim. Son olarak dabaşta sorulan soruya yanıt verelim. “Neden heavy metal sürekli olarak dışlanıyor, sansürleniyor”? Filmde bunun cevabı harika bir şekilde verilmiş:

“Bu yolculuğa çıkarken amacım bir soruyu yanıtlamaktı: Neden metal hep kategorize ediliyor,gözardı ediliyor, lanetleniyordu? Çünkü metal, gözümüzü kapamak istediğimiz şeylere el atıyor, reddettiklerimizi baş tacı ediyor, en çok korktuğumuz şeylere kucak açıyor. Bu yüzden de metal her zaman dışlananların kültürü olacak.”

Ve filmdeki en etkileyici söz: “12 yaşından beri metale olan sevgimi, metali bayağı bulanlara karşı savundum. Artık ne söyleyeceğimi biliyorum: “Metali ya hissedersiniz ya da etmezsiniz”. Metal size o her şeyi elegeçiren güç hissini vermiyorsa, saçlarınızı diken diken etmiyorsa, bunları hiç anlamayabilirsiniz. Ve diyeceğim biliyor musunuz, anlamayın. Çünkü etraftaki 40000 metalciye bakıyorum da, sizsiz de gayet iyi idare ediyoruz.”